Sevgi İyileştirir

Yazar Özlem Çetinkaya ile yeni kitabı ‘Anne Çiçekleri’ ile ilgili tüm detayları konuştuk. Bu sarsıcı gerçek hikâyeyi gelin kendisinden dinleyelim. Yazar Özlem Çetinkaya Anne Çiçekleri

She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.

Instagram Hesabımız

Röportaj: Sedef Tosun

Yazar Özlem Çetinkaya Anne Çiçekleri

“Anne Çiçekleri” ismi herkesin hafızasında ayrı bir renk, ayrı bir koku uyandırıyor. Sizde uyanan kokular ve renkler neler? Ve bir anne olarak sizin bir çiçeğiniz var mı, varsa nedir?

Özellikle belli bir kuşağa kadar anne evi dediğimiz o güvenli alanlarda çiçekler hep oldu. Bizim evin çiçekleri rengârenk menekşeler ve sardunyalardı. Romanda kullanılan motif de sardunya. Bazılarının evlerinde kaktüsler, küpe çiçekleri. Apartmanda bile yaşanıyor olsa, balkonların varlığı oldukça kıymetliydi elbette. Hercai menekşe diye bir çiçeği hatırladım şimdi size anlatırken.

Rengârenk ve eşit büyüklükte olmayan yapraklar. Bir romanda da belki hercai menekşe kullanırım sardunya yerine. “Anne Çiçekleri”nin çiçeği sardunya oldu, hikâyenin içeriğine en uygunu o diye düşündüm. Ve sanırım kendi hikâyelerimiz de evlerimizdeki bitkileri seçerken belki de farkında bile olmadığımız önemli bir etken.

Bizim evde daha çok yeşil yapraklı bitkiler var, büyük yeşil yapraklı bitkiler. İtiraf ediyorum, bakımları daha çok eşime ait. Kendime en yakın hissettiklerim ise nergis, lotus, leylak, yasemin, hanımeli… Hafiflik hissi sanırım etkilendiğim. Hafiflik ve narinlik… Ah bir de portakal çiçeklerinin kokusu var ki…

Anne Çiçekleri için oldukça sarsıcı bir hikâye demek mümkün. Karakterinin isminin de Özlem olması da anlatılanların gerçek hayattan uyarlanmış olduğunu düşündürüyor.

Hikâye sarsıcı mı? Bir tarafıyla evet, bir tarafıyla değil. Olaya nasıl bir zihin hali ile baktığımız, izlediğimiz, dinlediğimiz ya da okuduğumuz hikâyelerin bizdeki yansımalarıyla ilgili. O hikâye ile temas ettiğimde benim içimde hani duygular, hangi düşünceler titreşiyor? Bu duygular beni hangi kalıplara ya da davranış modellerine yönlendiriyor?
Gerçek hikâyeden uyarlanmış olma ihtimalinin daha sarsıcı olması da karşılaştığımız sert durumlara karşı bir görmek istememe, onları kabul etmekte zorlanma hali olabilir. Yüzde yüz kurgu olduğunu bildiğinde ne de olsa gerçek değil demek daha kolay. Oysa kurgunun da nerede başladığı ve nerede bittiği o kadar karmaşık ki… Her kurgu bir gerçekten doğuyor.

Romandaki ana tema öfke. Açılış sahnesi bir kadının öfkesi ve sorgulamasıyla başlıyor. Sizin hayatınızda öfke ne kadar yer alıyor? Ve nasıl başa çıkıyorsunuz?

Öfke benim hayatımda uzun bir süre yoğun bir yer aldı. Tanıdık bir alan benim için öfke. Kendime öfkeli olduğum zamanlar, sisteme öfkeli olduğum zamanlar, anne ve babama öfkeli olduğum zamanlar ve hatta anneliğime öfkeli olduğum zamanlar… Zihnim üzerine çalıştıkça, öfkemle yakından temas ettikçe, ondan kurtulmaya çalışmak yerine onun çığlıklarının altında hangi işaret noktaları olduğunu görmeye çabaladıkça o da azalmaya başladı.

Az önce hikâyenin gerçekliği ve gerçeğe gözlerimizi kapatmak dedik ya, aslında burada da benzer bir durum var. Öfke, arkasında bir gerçeği barındıran bir kurgu. O kurgunun ardında ne olduğunu görmeden de yakamızı pek bırakmıyor. Aslında niyeti kötü de değil bu anlamda.

Tek Bir Ürünle Cildinizi Hem Güneşten Koruyun Hem de Bakım Yapın

Ben öfkeyle nasıl başa çıkıyorum? Bu konuda bana en çok yardım eden araçlardan biri bilinç akışı yazmak ve merak etmek. Ve bir de dikkatimi annemden, babamdan, sistemden, çocuğumdan, kocamdan kendime çekmek. “Ne oluyor da burada bu kadar öfke çıkıyor?” diye sormak çok yardımcı bir soru. “Bu öfkenin kaynağı ne?”

Öfkelendiğim konuya öfkelenmek yerine perdenin arkasına bakmak için merakımı canlı tutmak. Öfkenin hiçbir yararını görmediğimi hatırlamak da oldukça etkili. Bedenimle temasımı güçlendirmek en önemli araçlarımdan biri çünkü öfke daha doğarken bedenden gelen sinyal ile bunu görebiliyor olmak insanı kurgunun peşine takılmadan gerçeğe yönlendirebiliyor. Olayın dışına çık, uzaktan bak ve merakla incele:

BURADA NE OLUYOR? diye sor. Yaklaşık yedi sene önce başladığım ve son üç senedir çok daha yoğun çalıştığım Kalp Yolu Eğitimi dersleri de zihnim ve zihnimde olanlarla daha derinden temas etmeme çok yardımcı oldu.

Özetle, öfke ile çalışırken en güçlü araçlarım:

Yazı: Olanı olayın dışına çıkarak görebilmek

Merak: Burada ne oluyor? Gerçekte olan ne?

Nefes ve beden: Nefesim ve bedenimin sinyalleri neler?

Sahiplenmemek: “Öfkeliyim” demek yerine “Burada öfke var?” demek

Dinleme gücünü geliştirmek: Öfkenin işaret ettiklerini yargısızca dinleyebilmek

Hatırlamak: Her şey birbirine koşullu ve her şey geçici

Yazar Özlem Çetinkaya Anne Çiçekleri

“Sevgi iyileştirir,” diyorsunuz romanda. Sevginin iyileştirici gücü nereden geliyor sizce?

Anlayıştan. Anlayış göstermekten bahsetmiyorum ama ya da hoş görmekten, alttan almaktan bahsetmiyorum. Bir annenin “Ne olursa olsun o benim çocuğum,” demesinden de bahsetmiyorum. Zihinlerin doğru bir anlayışa gelmesinden doğan sevginin iyileştirici bir gücü olduğunu söyleyebilirim.

Herhangi bir olayın üstüne sevgimsi bir perde çekmeden, tüm çıplaklığı ile olanı kabul etme ve olanı kişiselleştirmeden, ikilik tuzağına düşmeyen bir yerden duyulan sevgi. Aksi takdirde sevgi bir takım koşullara bağlanabiliyor ki buna ne kadar sevgi diyebileceğimiz tartışılır. Erich Fromm’un Sevme Sanatı kitabı benim sevginin iyileştirici gücün keşfetmemde çok önemli yer tutar. Eminim bu konuda yalnız da değilim. “İnsanın sevme kapasitesi yalnız kalma kapasitesi ile ilişkilidir” der E. Fromm o kitabında. Ne kadar beklentisiz sevebiliyoruz?

Ne kadar yargısız sevebiliyoruz? Her şeyin koşullu olduğunu ne kadar farkındayız? Bir suçlu aradığımız ve sevmenin sorumluluğunu almadığımız bir yerdeki sevgi iyileştirici olabilir mi? Emin değilim. Bu arada, sevgiden bizi iyileştirmesi beklentisini de çekmeden yine bu sevgi saf olmayacaktır.

Boşuna dememişler: Sevgi emek istiyor.

Anne Çiçekleri yaşamda ne kadar ağır hikâyelerin içinden de geçsek bir yerde kendimizle ve çevremizle barışabileceğimiz konusunda umut da veren bir hikâye. Kendimizle barışabilmek için ilk adım ne olabilir?
Sanırım ilk yapılması gereken şeylerden biri; “Acımadı ki!” demeyi bırakmak. Acıyı kabul etmek. Acıyı, öfkeyi, nefreti… Bizler hep iyi diye tanımladığımız şeyler bizde olsun, diğerleri olmasın istiyoruz. Hatırlıyorum, bir inzivada içimdeki kıskançlıkla temas ettiğimde çok zorlanmıştım.

Benim içimde nasıl kıskançlık olur? Onca zamandır erdemli olmaya çalışıyorum? Görmezden geldiğimde ayağımı vuran bir ayakkabı gibi her adımımda inceden inceye canımı yaktı. Ne zaman ki kabul ettim, evet burada bir kıskançlık var, bu bana ne söylemek istiyor dedim o zaman açılmaya, düğümler çözülmeye başladı. Zihnimin kurguları, takılıp kaldığı yerler çıktı önüme.

Oynanmış gerçeklik algımla temas edebilme sorumluluğunu alınca ayarlar düzeldi. Meğer ekran karlıymış, alıcıyı düzeltmek gerekiyormuş. Dilerim bir gün dışarıda fırtınalar kopsa da televizyonun anteni yerinden oynamaz. Tüm çabam bu yönde.

Yazar Özlem Çetinkaya Anne Çiçekleri

She and Girls Bahar 2024 Sayısı Gençlik Dergisi Girls Hediyesiyle Dergiliklerde

SHE AND GIRLS DERGİ