Kaleminde ‘ötekiler’ kavramını benimseyen ve bu bağlamda güçlü eğitimler alarak kitaplarına hayat veren, edebiyat ve sinema arasındaki güçlü bağı her anlamda eserlerinde oluşturan Yazar Nevin Arvas’ın muhteşem edebiyat dünyasını konuştuk. Nevin Arvas Yazar
She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.
Instagram Hesabımız
“İyi” ve “kötü” benlik sunumu olarak başlatılan bu süreç insan doğasıyla ilgilidir ve “ben” bilgisinin diğerini tanımlarken neyi amaçladığı, niyetinin iyi ya da kötü olmasıyla ilgilidir.
Röportaj: Melek Şenol
Kendinizi tanıtır mısınız? Akademiye nasıl yöneldiğiniz?
1984 İstanbul doğumluyum. Çocukluğum ve gençliğim İstanbul’da geçti. Daha sonra Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nü kazanıp Konya’ya yerleştim. Buradaki akademik hayatımdan sonra burs kazanıp yurtdışında yüksek lisansımı yaptım. Daha sonrasında tekrar Türkiye’ye dönüp Marmara Üniversitesi’nde hem doktoramı tamamladım hem de uzun yıllar iletişim fakültesinde akademisyen olarak çalıştım.
Gazetecilik bölümünde iken çalıştığım konular daha çok etnik kimlik, iletişim kuramları, ötekileştirme ve söylem üzerine olmuştu. Yüksek lisansımda yurtdışında iken araştırmalarımı daha çok Müslüman kimliğinin gazetelerdeki metinsel kurguları üzerine yoğunlaştırmıştım. Buradaki çıkış noktam ötekileştirmenin hangi kimlikler üzerinde daha fazla temsil edildiğiydi. Çünkü insanlar dünyayı olduğu gibi görmek yerine, olmasını istedikleri gibi görmeyi tercih ederler. İnançlar, duygular, düşünceler ve varsayımlar dünyayı görme biçimlerini etkiler.
Doktora programına geçiş yaptığımda ise ötekileştirmenin metinsel kurgularından ziyade görsel ve işitsel kurgularını merak etmeye başladım. Bu durum beni sinemaya yönlendirdi. Sonrasında Hollywood’da Müslüman kimliği temsilini ötekileştirme sorunsalı bağlamında incelemeye başladım. Çalışmalarım bu yönde ilerledi. Hollywood Sinemasında Öteki Sorunsalı Bağlamında Müslümün Kimlik Temsili ve Dünyayı Değiştiren Sinema adında iki tane kitabım da bulunmakta.
Okur kimliğiniz size hayata dair neler kattı?
Çok küçük yaşlardan beri sıkı bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Okur kimliğim zaman içinde çeşitlenerek farklı okuma biçimlerini hayatıma kattı. Şunu söyleyebilirim: Metinler, açıklığı ve kapalılığı ile kodlama veya şifre çözme pratikleri arasındaki farklılıkları açıklamaya yardımcı oluyor.
Ayrıca toplumsal temsiller ile çok ilinti olan metinsel temsiller birbirleri ile doğrudan iletişim halinde. Bu bağlamda baktığımızda okuduğumuz metinler bize doğrudan olmasa da dolaylı bir biçimde ‘hayat değeri’ sunar. Bu yüzden okur kimliğimi hayatım boyunca taşımak benim en büyük hazinem.
Yazarlığa başlama sürecinizden biraz bahseder misiniz?
Uzun yıllar akademik olarak gerek ulusal gerekse uluslararası alanda birçok bilimsel yayınım oldu. Akademik olarak yazmaya devam ediyorum. Edebiyat ile olan ilişkim ise bundan çok daha öncesine dayanıyor. Ortaokul ve lise yıllarımda benim gibi arkadaşlarımın kurmuş olduğu edebiyat kulüplerinde aktif olarak yer aldım. Binbir emeklerle ortaya çıkardığımız ürünler benim için hala çok kıymetli.
Matbaaya bastıracak paramız olmadığında elimizle yazarak çıkardığımız edebiyat dergilerinin oluşum süreçleri bana paha biçilmez bir deneyim bıraktı. Edebiyat tutkusu akademik hayatım boyunca da beni hiç bırakmadı. Çeşitli dergilerde öykü, deneme ve şiirler yayımlayarak edebiyat yolculuğumu hiç bırakmadım. Sonrasında Onur Orhan öykü atölyesine katılarak düzenli bir şekilde öyküler yazmaya başladım. Hikayelerim birikince birkaç yayıneviyle görüşmeye başladım. Sonunda 2022 yılında Kündekâr isimli kitabımı çıkardım.
Sizce ‘iyi Yazar’ın tanımı nedir?
Bunu tanımlamak benim için oldukça zor. Murakami, “koşmasaydım yazamazdım” der. Esasen yazmak eylemine her yazanın bir tarifi olduğu kesin. Ben de yazdım, çünkü yalnız ölmek istemedim. Her yazdığımda nefes alan bir şey keşfettim. Saksının yanında, kanepenin ucunda, kapının eşiğinde, masanın kenarında duran bir şeyler. Sabaha aydınlık uyanmak, güne kavuşmak, akşama kayık sefasına bir biletim olsun istedim.
Sinema ve edebiyat arasında nasıl bir bağ olduğunu düşünüyorsunuz?
Sinema ve edebiyat… İkisi de çatışma üzerine kurulur. Bu kurgu ideoloji ve bilincin bir araya geldiği bir etkinin kültürel küresidir. İkisi de baskıcı etki, yapısal, disiplinler ve kişilerarası etkilerle bir bağ içerisindedir. Kullandıkları dil, saygı duyduğumuz imajlar, tutunduğumuz değerler ve eğlendiğimiz fikirler bağlamını oluşturur. Ve bu bağlam yalnızca dil göstergesinde değil, bütün göstergelerde kendisini hissettirsin diye kurulur.
Sinema ve edebiyatın hikayelerinde kullandıkları dil, göstergelerin anlam değeri kazandığı yaşam, kültür ve söz celem anlamında gerçekleşmesine niyet edilerek okuyucu ve izleyici ile buluşur. İkisi de katmanlar arası bir süreci bilinçli olarak inşa etmeye çalışır.
Genellikle hikayelerinizde ‘öteki’ karakterlerine yer veriyorsunuz? Akademik olarak da bu alanda birçok yayınınız bulunuyor. Bize öteki kavramını biraz anlatabilir misiniz?
Ötekinin hikayesi özetle şöyle: Öteki üzerinden kendi kimliğini inşa etme yöntemi olarak Oryantalizm bir düşünme sistematiği ve bir benlik sunumuna işaret eder. Ötekisini tanımlarken muhakkak olarak ideolojik ve kültürel olarak inşa etmek, üretilen bilginin insanı ben ve ötekiler olarak adlandırmasıyla sonuçlanır.
Gap klasikleri, DÔEN’in romantizm ve feminen görünümle bir araya geldi!
“İyi” ve “kötü” benlik sunumu olarak başlatılan bu süreç insan doğasıyla ilgilidir ve “ben” bilgisinin diğerini tanımlarken neyi amaçladığı, niyetinin iyi ya da kötü olmasıyla ilgilidir. Ayrımcılık üzerine kurulu bu düşmanca tutum bireysel, daha sonra da kitlesel bir korkuya işaret eder. Bu korku özellikle medya tarafından kitlelere yayılır, gerçek olan ile kurgulanan dolaşıma sokularak, bilgi yaygınlaştırılır.
Sinemaya uyarlanan eserler nelerdir?
Edebiyattan sinemaya uyarlamalar oldukça fazla. Bunun örneklerini hem dünya sineması hem de Türk sinemasında görmek mümkün. Sözlü kültürün ürünü metinler, filmlerde hem anlamsal hem de biçimsel olarak değişime uğrar. Sinema, en kuvvetli bağını edebiyatla kurmuştur. Sinema tarihine baktığımızda sinemaya uyarlanmış sayısız edebiyat eseriyle karşılaşırız.
Fransız natüralist yazar Émile Zola’nın eserleri edebiyat ve sinema ilişkisi açısından önemli bir örnek olarak karşımıza çıkar. Bunlar içinde en çok uyarlaması yapılan üç eseri Germinal, Meyhane ve Nana’dır. Yine Viktor Hugo’nun kaleme aldığı Sefiller romanı birkaç kez farklı yönetmenler tarafından ekrana taşınmıştır.
Kafka’nın Dava romanına baktığımızda başarılı yönetmen Orson Welles tarafından dönemin en başarılı uyarlamaları arasında göstermemiz mümkün. Bu bağlamda sinema ve edebiyat ilişkisini çok kuvvetli bir bağ olarak tanımlamak yanlış olmaz sanıyorum.
Nevin Arvas bir gününü nasıl geçirir?
“Erken kalkan erken yol alır” sözünün tam karşılığı olabilirim. Güne erken başlarım. Günlük okuma ve yazma rutinlerimi günün erken saatlerinde halletmiş olurum. Sonrasında o gün için planlanmış programlarıma odaklanıyorum. Gece geç saatlere kadar çalışıp uykusuz kalmayı hiç sevmediğim için biyolojik saatime daima itaat ediyorum.
Kalabalık bir ailem var. Onlarla vakit geçirmek de rutinlerim arasında yer alıyor. Yer yer yalnızlığı sevsem de sevdiklerimle birlikte kaliteli zaman geçirmeyi de çok önemsiyorum. Müzik hayatımın her köşesinde var diyebilirim. Üç senedir hat sanatıyla ilgileniyorum ve bana çok iyi geldiğini söylemek isterim. Sanata, güzelliğe, iyiliğe ait ne varsa hepsini candan kucaklıyorum aslında.
Yaklaşık iki senedir Derya Erkenci’nin O Romanı Yazın atölyesine katılıyorum ve romanımı bitirmek üzereyim. Bu nedenle şimdilerde tatlı bir telaş var hayatımda. Okuyucuyla buluşmasına az kalmış bir hikayeyle tekrar buluşmanın tatlı heyecanı. Sabırsızlıkla o günü bekliyorum.
Instagram: @gramatoloji