En sevilen Hollywood yıldızlarından biri olan Elizabeth Taylor’ı sevmemizin sebeplerinden biri başarıyla oynadığı filmlerse de söylediği ve içimize yer eden sözleri de bunda etkili olmuştur. Elizabeth Taylorun hayatı
She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.
Instagram Hesabımız
“Her insan kendi hayatını yaşar… Ne siz başkasının hayatını yaşayabilirsiniz ne başkası sizin!.. Ve de her insan bir defa yaşar!”
Bir defa yaşadığımız bu hayatı en iyi şekilde yaşamak bizim elimizde. Eğer şartlar bizi bağlıyorsa ve mutlu olmak için değiştirmemiz gerekiyorsa da gerekli olan gücü içimizde bir yerde bulup çıkarmamız gerekiyordur. Bu güç bizde, buna inanıyorum. Biz mutlu olmak için adımlar atarken bu dünyaya veda etmiş ünlü bir kadın nasıl yaşamış diye, göz atmaya ne dersiniz.
9 yaşında Hollywood’da bir yetenek avcısı tarafından keşfedilen Taylor’ın sinema kariyeri 70 yıla yayılıyor.
Menekşe gözleriyle bitmeyen bir baharı müjdeleyen birçok kişi için “dünyanın en güzel kadını” olan Elizabeth Taylor, 79 yıllık hayatına 8 evlilik, onlarca ödül ve 2 hayat sığdırdı.
Verdiği röportajlarda, hayatı boyunca her insanın kendi hayatını yaşaması gerektiğine olan inancının altını çizdi. Şöhretin mutluluk getiremediği biriydi belki de. Kalbi kırık, sevgiyi arayan ve mutsuz bir kadın. Oynadığı filmlerdeki hayatlarda kendini kaybetmiş hissederken bir yanı hep gerçeği arıyordu. Gerçek bir aşk, gerçek bir duygu. Çok erken yaşta başladığı oyunculuk hayatı hayatının her evresini etkiliyor ve onu mutsuz ediyordu. Filmler dışında da rol yapar hale gelmek onun için en acı verici olan durumdu.
Bir kadını mutlu etmek için şöhret, servet, mücevherler ya da pahalı seyahatler yeterli değildir. Bunların hiçbiri olmasa da olur. Kendini yanında huzurlu hissedeceği bir omuz yeterli olacaktır. Liz Taylor’ın aradığı şey de tam olarak buydu.
İlk evliliğindeki kişi Hilton otellerinin varisiyken, son evliliğini kendinden 20 yaş küçük bir inşaat işçisiyle yaptı. İki kez yaşadığı hayatın ve içindeki insanların her halini gördü. Elizabeth Taylor’ı ve hayatının anlamı, yıllar önce Andy Varhol’un sorduğu sorunun yanıtını aramak için gibiydi: “Her şeyi var: büyü, para, güzellik, zekâ. Peki neden mutlu olamıyor?”
Her şeyi olan bir kadın neden mutlu olamaz?
1932 yılında Londra’da doğan Elizabeth Taylor ve ailesi, 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermek üzere olduğu dönemde, savaş ortamından uzaklaşabilmek için Los Angeles’ta yaşamaya başladı.
Dostlarının önerilerini ciddiye alan aile de kızlarını test için Universal Stüdyoları’na götürdü ve bu olay Lİz Taylor’ın hayatını kökünden değiştirdi çünkü Universal’la bir sözleşme imzaladı. Bu sözleşmenin ardından da ilk sinema filmi ‘There’s One Born Every Minute’ oldu. On yaşında oynadığı bu filmden sonra Elizabeth Taylor’ın Universal tarafından sözleşmesi feshedildi.
“Lassie Come Home” filmi için MGM (Metro Golden Mayer) ile yaptığı anlaşma bu filmde aldığı beğenilerden sonra uzatıldı. 1944 yılında başrolünü Mickey Rooney ile paylaştığı “National Velvet” filmi, 4 milyon dolarlık bir hasılat rekoru kırdı. Küçük Liz’in filmlerden öğrendiği hayat, ona baş döndürücü mucizeler sunmaya devam ediyordu.
Film teklifleri yağıyor, her rolüyle dikkat çekip beğeni toplamayı başaran Liz; gün geçtikçe yapımcıların, yönetmenlerin paylaşamadığı isim haline geliyordu. 1949 yılında, artık çocukluk dönemi bitmiş, kariyerinde yükseldiği ve özel hayatının şekillenmeye başladığı bir döneme girmişti. Robert Taylor ile oynadığı filmde, bir genç kız olarak hayatındaki ilk “romantik” rolü üstlendi.
Liz 18 yaşına geldiğinde, bir lise diploması ve milyoner bir sevgilisi vardı. Howard Hoghes ile yaşadığı aşk bir yıl içinde bitti ama bu ayrılık sonrasında Hilton otellerinin varisi Conrad Hilton ile ilk evliliğini yaptı. Bu evlilik aynı zamanda Liz’in, sansasyonlarla dolu bir hayata attığı ilk adımdı.
9 ay süren evliliğinin ardından, iki oğlunun babası oyuncu Michael Wilding ile hayatını birleştirdi. Babasına olan sevgisi ve bağlılığı, eşcinsellere olan saygısının olduğu kadar hayatının uzun bir döneminde olgun erkeklere ilgi duymasının da temelini oluşturuyordu. Ama her sevgisi karşılıksız kalıyor, büyük umutlarla attığı her duygusal adım hüsranla sonuçlanıyordu. Başarılı filmlerde, unutulmaz rollere imza atan Taylor; özel hayatında gerçek aşkı arıyor, hayatı paylaşacağı erkekle yaşayacağı huzurlu yuvanın hayalini kuruyordu.
Eros yine Liz’in yüzüne gülmemiş, bu evliliği de ayrılıkla sonuçlanmıştı. Yaşadığı hayal kırıklıkları ve yarım kalmış mutluluklarına karşılık, Taylor’un 50’li yıllar boyunca dur durak bilmeden yaptığı işler, yaşadığı acılara kendini kaptırmasına engel oluyordu. 50’li yılların sonunda, film yapımcısı Micheal Todd ile daha sonra “En mutlu evliliğimdi” diye anacağı evliliği yaptı. Bu aşk evliliğinden Liza adında bir kızları oldu.
Her şey yolundaydı ama bu kez de ölüm, Liz’in mutluluğuna gölge düşürdü. Belki Liz, sonsuz aşkının hayatını kaybedeceği o uçak kazasında, sevdiği adamla birlikte ölüme gidecekti. Ama kader buna bir şekilde engel olmuştu ve Liz, o gün grip olduğu için uçağa binmekten son anda vazgeçti. Hayatının geri kalanında ise bu olayın bir “ölümden dönmek” mi yoksa âşık olduğu adamla “birlikte ölmekten mahrum kalmak” mı olduğunu düşündü.
Hayatta kaldığı için şanslı mıydı, yoksa sevdiği adamla ölemediği için lanetli mi?
Şarkıcı Eddie Fisher ile yaptığı dördüncü evliliğiyle yarattığı sansasyon, bu kez yalnızca kendini değil, eşini ve aşk üçgenindeki diğer kadın olan, oyuncu Debbie Reynolds’u da içine almıştı. Liz Taylor, herkese ve her şeye rağmen “yuva yıkan kadın” olduğunu düşünmedi ve eşiyle birlikte oynadığı “Butterfield 8” isimli filmde, o güne dek aday gösterilmekten öteye gidemediği “Oscar”ına kavuştu.
O artık tescilli güzelliğinin yanı sıra, tescilli bir en iyi kadın oyuncuydu. Her ne kadar artık aşkı aramaktan vazgeçmiş gibi görünmeye çalışsa da yine kendini romantik hayallere kendini kaptırmış ve “ömür boyu sürecek bir balayı” olarak tarif ettiği bu evlilik, 5 yıl sonra sona erdiğinde, kalbi kırılan yine Taylor olmuştu.
1963 yılında, dünyanın en yüksek bütçeli filminde yıllarca konuşulacak bir performans sergiledi. Yaklaşık bir milyon dolarlık film “Cleopatra”, Elizabeth Taylor’un hem beşinci evliliğine giden yolu açtı; hem de onu sinema tarihinde yeri doldurulamaz bir efsane haline getirdi. Bu filmde başrolü paylaştığı aktör Richard Burton ile ölümünden sonra bile konuşulmaya devam edecek kadar çalkantılı bir aşk macerasını da paylaştı. Birçok insan ve hatta ülke tarafından Taylor’un “ahlaksız” bulunmasına sebep olan bu birliktelik sakıncalıydı, çünkü başladığında ikisi de başka insanlarla evliydi.
Taylor’un ikinci Oscar’ına, 1966 yılında “Who’s afraid of Virginia Wolf” isimli filmiyle kavuştuktan sonra, eleştirmenlerden olumlu yorumlar almayan performanslar sergilemeye ve artık eskisi kadar üstün başarılar elde edemeyen yapımlarda yer almaya başladı. Sinema dışında televizyon projelerinde de ismi geçti. 70’li yıllarda, uzun süre aynı hayatı paylaştığı kadar aynı yapımlarda da birlikte yer alan çift, 1964 ve 1976 yılları arasında iki kez evlenip boşandı. Sonraki evliliğini de Burton ile ikinci boşanmasının gerçekleştiği yıl yaptı.
ABD senatörü John Warner ile 6 yıl evli kaldı. Hayatındaki büyük boşluk hala dolmamış, ruhu ve kalbi hep lanetli bir yalnızlığa mahkûm edilmişti. Fiziksel olarak da ömür boyu çekmek zorunda bırakıldığı acılara sahipti. Hırslarıyla onu bir “yıldız” yapmaktan başka gayesi olmayan annesi, Liz’in bu konudaki tek eksiğini tamamlamak adına, onu kısa boyunu uzatmak için ameliyat olmaya ikna etmişti.
Ameliyat sonrası Liz’in boyu 3 cm uzadı ama yaklaşık 50 ameliyat geçirmesine sebep olacak acılar çekti. Çünkü bu ameliyat, onun iskeletini bozmuştu ve omur problemleri yüzünden sırt kemiği 5 kez kırıldı. Sağlık sorunları bu kadarla kalmadı. Beyin tümörü ameliyatı geçirdi. Bu ameliyat sırasında 5 dakika boyunca tıbben ölü kalan Taylor, gözlerini hayata ikinci kez açarak “yeniden doğuş”un yeryüzündeki en gerçek simgesi oldu. Ne denemekten vazgeçti ne yaşamaktan ne de gerçek aşkı aramaktan.
90’lı yılların başında kendini hayır işlerine ve sosyal sorumluluk projelerine adayan Elizabeth Taylor bu çalışmaları nedeniyle hayırseverlik ödülüne layık görüldü. 1993 yılında “AFI Hayat Boyu Başarı Ödülü” aldı. En son oynadığı film olma özelliği taşıyan “The Flintstones” 1996 yapımıydı ve aynı yıl Taylor, aşk konusundaki son şansını kendinden 20 yaş küçük olan bir inşaat işçisiyle paylaştı.
Ancak Larry Fortensky ile yaptığı evlilik 5 yıl sürebildi. Birçok kişiye göre Taylor’un en büyük ve en gerçek aşkı, aralarındaki yaş farkına rağmen her fırsatta ona olan sevgisini dile getirmekten çekinmeyen Michael Jackson’dı. Aralarındaki isimsiz bağ her ne ise o kadar güçlüydü ki, Taylor hayatındaki en büyük çöküşü Jackson’ın ölümüyle yaşadı.
Bir dönem, hayatında onun dışında gelişen ve artık başa çıkamadığı her şeyden kurtulmak için içkiye ve ilaçlardan medet umdu. Elbette bu anlamsız bir çabaydı ve 51 yaşında, bu bağımlılıklarından kurtulmak için tedavi görmek üzere kliniğe yattı.
Yakın arkadaşı, aktör Rock Hudson’ın yakalandığı AIDS hastalığı ile savaşmak için “AIDS Araştırmaları Vakfı”nı kurdu. Elmaslara olan tutkusu, onu ünlü bir mücevher koleksiyoncusu, mücevher sevgisini anlattığı “My Love affair with jevellery” adlı kitabın yazarı ve bir mücevher dükkânına ortak yapmıştı. Bu zaafını, mücevher isimleri verdiği parfümlere yansıtarak tutkusunu ticarete dönüştürdü.
Aradığı gerçek yaşamı bu dünyada bulamayan Liz öldüğünde 79 yaşındaydı. (2011)
“Ünlü olmaktan başka bir şey bilmiyorum.” dediği hayatının son anlarında tek derdi gerçekten yaşamış olmaktı. Servetinin, mücevherlerinin ve şöhretinin; fiziksel, duygusal ve ruhsal acılarını bastırmaya yetmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden ölüme yaklaştığını hissettiğinde tek bir şey istemişti, mezar taşında yalnızca “yaşadı” yazmasını…
Diğer bir isteği ise “cenaze töreninin duyurulan saatten en az 15 dakika geç başlatılması ve ‘kendi cenazesine bile geç kaldı’ şeklinde bir açıklama yapılmasıydı.”
Sıdıka Sarpen P.