‘’Bir ressam olarak doğdum’’ diyecek kadar kendisine güvenen bir sanatçı Frida Kahlo. Frida Kahlo hayatı
She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.
Instagram Hesabımız
Yaşasın Hayat! Yaşasın Frida!
“Yapıtım: Asla yazılmayacak denli güzel öz yaşam öykümdür.”
Frida Kahlo, 1907’ de dünyaya geldiği “Mavi Ev” e 1954’ te veda ettiğinde ardında 55’i oto portre olmak üzere 143 tablo bıraktı.
Fiziksel ve ruhsal acılarla dolu bir hayatta mutluluğu arayan bir kadın Frida. Hayatın bütün acılarına rağmen öldüğü yıl yaptığı tabloya “Viva La Vida/ Yaşasın Hayat” ismini verecek kadar hayata bağlıdır.
Onu tanımlayan pek çok sıfattan biri de devrimci kişiliğidir. Ama yanlış bir ifadedir devrimci diye hitap edilmesi. Frida devrimci değil, devrimin kendisidir.
6 Temmuz 1907 olan doğum tarihini, 7 Temmuz 1910 “Meksika Devrimi” tarihiyle değiştirmiştir. Çünkü devrim onun için bir tutkudur ve hayatı kendi kişisel devrimleriyle doludur.
Devrimi burada en yalın manada ‘yeniden biçimlendirme’ olarak ifade edebiliriz. Vücudu bile yeniden biçimlendirilmiş bir kadından da başka türlüsü beklenemez. Babası Gulliermo’dan aldığı Alman genlerinin yanı sıra devrimin parçası olan Kızılderili köklerine de sıkı sıkıya bağlıdır.
Doğumundan sonra annesi rahatsızlığı sebebiyle Frida’yı emziremez ve “…devrim bizim sütannemizdir,” diyerek kendini emziren Kızılderili sütannesine de atıfta bulunmuştur. Alman genleri onun için ne kadar önemliyse
Kızılderili genleri de onu yaşama bağlayan bir külttür.
Arkadaşları okul yıllarında ona “tahta bacak Frida” diyor. Bunun nedeni de küçük yaşta geçirdiği çocuk felci. Çocuk felcinin ruhunda açtığı yarayı şu şekilde tanımlıyor: “Bir gerçek varsa o da bedenime acının ilk kez o gün girmiş olduğudur.
” Ama onu yatağa bağlayan sayısız ameliyat ve acı dolu günler geçirmesine neden olan olay 1925’te okuldan eve dönerken bindiği otobüsün tramvayla çarpışmasıdır. Frida ölümden dönmüştür. Bir demir çubuk sol kalçasına girerek leğen kemiğinden çıkmıştır.
“Vücudum paramparçaydı” dediği kırıklar o kazayla oluşmuştur. Bu kırıklar nedeniyle vücudunun büyük bir kısmı alçıdadır ve aylarca yatağa mahkûm bir şekilde yaşamıştır.
Bu mahkûmiyet Frida’nın kendini keşfini sağlamıştır. Resmin onda varoluşu 32 defa ameliyat olup yatağının üstüne koyulan aynayla kendini aynada buluşu ile başlar. Bu aynadaki kadın artık ilk oto portresindeki “Kırmızı Elbiseli Kadın”dır. Çelik korseli olarak gördüğümüz halleri de aynı döneme denk gelir.
Frida acılarını dönüştürebilmiştir. Acılarını resmettiği tablolara dönüştürmüştür. Çizdiği oto portrelerde gözümüzün içine bakarak bize gördüğümüzün arkasını da yani kendi ruhsal gerçekliğini de anlatmaya çalışır.
Onun çizdiği resimler yalnızca yüzün fiziksel görüntüsü değildir, aynı zamanda ruh parçası da taşırlar. “Tıpkı sizin ona baktığınız gibi onun da size bakması gerekir” der, resimleri için. Yaptığı oto portrelerde gözümüzün içine bakarak yaşamöyküsünü tüm çıplaklığıyla anlatır aslında.
Kimi zaman acı çeken yaralı bir ceylandır, kimi zaman annesinin bedeninden çıkmaya çalışan bir bebektir, kimi zaman demir korseler içinde dimdik duran acılar içinde bir kadındır, kimi zaman bebeğini kaybetmiş yatakta acılar içinde yatan bir annedir…
Çizdikleri her ne olursa olsun, bakışlarını hiç kaçırmadan gözümüze diker “ben buradayım, beni bulun…” diyerek bakar adeta. “Başıma gelen en iyi şey acı çekmeye alışmaya başlamam olmuştur” der.
Çok kez aşık olmuş ve ilişkiler içine girmiştir ama en büyük ve vazgeçilmez aşkı ünlü ressam “Diego” dur. Diego ile tanışması onun için bir dönüm noktasıdır. Diego ve Frida’nın çalkantılı ilişkileri Frida’ya aşk acısını tattırmıştır hatta…
“Diego kazalarımdan çok daha yıkıcıydı,” diyerek üzerindeki etkisini aktarmıştır. Ama Frida, ne Diego’dan ne de onu çektirdiği aşk acısından vazgeçebilmiştir. Frida’yı Frida yapan da çektiği bu acılardır. O da bunun farkındadır ve acılarını yönlendirir.
Resimleri birer dışavurumdur. Aşkını, öfkesini, sahip olmak istediklerini, sahip olamadıklarını… Kısacası hayatını tuvale aktarır. “Bir fil ve bir güvercinin evliliğidir”, onlarınki. Fil her zaman güvercini ezer ve bunun farkına bile varmaz.
1932’ de “Harry Ford Hospital” adlı eserinde henüz karnındayken kaybettiği bebeğinin acısını anlatmıştır. Evlilikleri Diego’nun ihanetleri ile öyle yıkıcı bir hale gelmiştir ki acıyı hafifletmenin tek yolu daha fazla resim çizmektir.
“İki Frida” adlı tablosunda kendisini geleneksel ve Avrupaî giysiler içerisinde resmetmiştir. Bir bedende iki kadın! Kalbinin ne kadar kırıldığını bu resimde görebiliyoruz. Çektiği acının gerçek yansımalarından biridir.
Kana bulanmış elbiselerinin içinde el ele tutuşan bu iki kadın, ruhunun çatışmalarına rağmen bölünmeyeceğini her şeye rağmen bir vücutta dost olarak yaşamaya devam edeceğini dile getirmektedir. Kendine tek dostunun yine kendisi olduğunu anlatmaktadır.
“Hayatımda iki büyük kaza geçirdim. Diego, biri sen diğeri otobüs. Sen daha büyük bir kazaydın.” Diyerek bedeninin çektiği acıların ruhunun çektiği acılar yanında önemsiz olduğunu anlatmıştır.
Yaşadığı ruhsal çöküntü eserlerini beslemektedir. Amerika ve Paris’te açılan kişisel sergileri onu doyuramaz. En büyük isteği çok sevdiği kendi ülkesinde bir sergisinin olmasıydı. İşte o zaman kendi devrimini de tamamlamış olacaktır.
1950’li yıllarda sağlık durumu kötüleşmiştir. O dönem yataktan çıkması da yasaktır. Meksika’ da sergisinin açılması demek onun varlığının kabul edilmesi demekti ve bu sergiye yatağıyla da olsa katılmıştır.
Birkaç ay sonrasında sağ bacağı kangren dolayısıyla kesilir ve bu bedeninden çok ruhunda onarılmaz bir yara açar. 1954’te akciğer ambolisi olarak kayıtlara geçen ölümü öncesinde intihar girişimlerinde de bulunmuştur.
Popüler kültürün bir parçası haline getiriline ve yozlaştırılmaya çalışılan Frida Kahlo bir külttür adeta. Kendi oto portrelerini yapsa da bizim içimizdeki derinliği de dokunmuştur.
“Kendi portremi resmediyorum. Çünkü çoğunlukla yalnızım, çünkü en iyi tanıdığım insanım,” demiştir. Resimlerini sürrealist (gerçeküstü) olarak tanımlamak isteseler de Frida bunu kabul etmez. Çünkü resmettiği her şey bir o kadar gerçektir, bir o kadar kendi bellek ve benliğidir!
Aynaya her baktığımızda yatakta tek gördüğü şey olan kendini (beden ve ruh) resmeden Frida’yı düşünelim. Kendimizi tanıyıp kendi içimize doğru yapacağımız yolculuk herkesten önce ‘ben’ dememizi sağlayacaktır.
“Kadın” kelimesinin TDK tanımlarının ötesindeyiz hepimiz. Frida gibi dimdik bir şekilde önce kendimizin gözünün içine bakarak yolumuza devam etmeliyiz. Çünkü ‘kadınlar’ olarak bize yakıştırılan ya da yapıştırılan bütün sıfatların ötesindeyiz!
Sıdıka Sarpen P.