İşte şimdi her şey yeniden yenileniyor. Fakat bu sefer stiller, trendler, hitler değil konu. 2010’lar artık söz hakkı gelişmiş olan Z kuşağının elinde. 2010 modasında neler değişti?
She and Girls Dergisi, Moda Dergisi, Alışveriş Dergisi.
Instagram Hesabımız
Yeni bir motto ve felsefe var; peki ya dünyamız!
Evet, 2010’lu yılların başlamasıyla büyük bir değişim sürecine girdik. Halen devam etmekte olan bu süreci ‘sürdürülebilirlik’ kavramı ile ele alıyoruz. Peki ya dünyamız derken, sorgulanan şey üretim süreçlerinin ve hızla artan tüketim çılgınlığının dünyaya, yani evimize olan zararı.
Birçok araştırmaya söz konusu olan moda sektörü üretim faaliyetleri bu araştırmalar sonucu oldukça vahim bir tablo oluşturuyordu. Çevre kirliliğinde başı çeken sektörlerden olmuştu. Şimdi başı çeken Z kuşağı, yeni bir bluz giymek mi yoksa pırıl pırıl akan bir derenin suyunu içmek mi? diye iki soru arasında kalmıştı.
Arada kalmış olmak farkında olmayı ve yeni bir bilinci ortaya çıkartıyordu. Bizi biz yapan şey nasıl stilimizi ortaya çıkartırken seçtiğimiz parçalar ise aynı tercih hakkını şimdi dünyanın, çevrenin, doğanın sağlığı için yapmamız ve yeniden düşünmemiz gerekiyordu.
Bir önceki kuşak olan Y kuşağı, birçok analistin ve araştırmacının aktardığına göre, maymun iştahlı, hemen ve hızlı tüketmeyi seven, gördüğü her şeye ulaşmak isteyen, anlık hazları ön planda tutan, gelecek yatırımını her açıdan fazlasıyla dışlayan bir davranışlar tutumunu ön plana çıkarıyordu.
Z kuşağı bayrağı devralınca işler ve işlere bakış açıları değişmeye başladı. Yapılan araştırmalara göre Z kuşağı tüketimini etik üretim koşullarına göre belirliyor. Çevreci bir tutum sergiliyor. Farkında bir alışveriş tutumu geliştiriyor ve bunu da dünyaya anlatmak için sosyal medyada etkin rol oynuyor.
Moda trendlerine gelecek olursak bir kaç başlıkta özetlemek mümkün.
Sokak stili her yerde görünür oldu. Ünlü blogger ve influencerların sosyal medya ile hayatımıza dâhil olmasıyla birlikte, onların gündelik ve antitrend tutumları her şeyi moda yaptı. Sade bir tshirt, bir kot pantolon, yandan bir çanta ve tabii ki spor ayakkabı… Bu gibi kombinlerle hareketi ve konforu ön planda tutan bir tutum hareketi başlamış oldu.
Bunun bir diğer uzantısı ise sokakta sportif şıklık oldu. Sadece spor yapmak için giydiğimiz spor giyim parçalarını günlük hayatta da kullanır olduk. Çizgili taytlar, topcrop atletler üzerine bol fermuarlı sweatler gayet normal bir giyim stiline dönüştü. Öyle ki gece yemeklerine bile altına topuklu ile kombinledikleri spor kıyafetlerle katılan ünlülere şahit olduk.
Benim tahminimce hızlı modanın, modasının eskime korkusuyla markalar logo tutkusunu sundular bize. Podyumlarda bütün markalar büyük, küçük çeşit çeşit her yere logo tasarımlarını eklediler. Bir tshirt neredeyse sadece logodan oluşuyordu. Bir atkı tamamen markanın adına yer veriyordu. Logomania diyebileceğimiz bu akım da 2010’lu yıllara damgasını vuran etkin hafızalarımızdan oldu.
Ve benim en çok sevdiğim İskandinav stili. Bu stil de yine sosyal medya fenomenlerinin etkisiyle hayatımıza hatta Kopenhag Moda Haftasına damgasını vurdu. Pastel tonlar, yüksek bel denim pantolonlar, mokasen ayakkabılar nihayet tarihteki haklı ve kıymetli nostaljisiyle geri dönmüştü. İyi ki de dönmüştü. Seksi kadının dekolteli olması algısını yıkan, etkiyi siluete ve duruşa taşıyan kendine has orijinal bir trend oldu.
Sanki bir yasa bir kural varmış gibi, her on yılın payına düşen bir kaç on yıl önceki baskın trendlerin yeniden işlenmesi olarak, 2010’lara 90’lar nostaljisi sirayet etti. Elbette denim, kot giysiler yine revaçtaydı, bu sefer daha salaş ama şık görünümler peşindeydik. Altına topuklu ayakkabı, üzerine yırtık bir tshirt giydiğimiz eklektik görünümlere kavuştuk. 90’ların ham modası sanki halkasını tamamlamış gibi oldu. Güzel de oldu.
Siyah beyaz modası etkisi en yüksek olan tutumlar arasında yerini aldı.
Hızlı modaya olan tepki bir kesim tarafından ısrarla korundu. Çünkü hızlı moda podyumlarda görüp hayalini bile kuramayacağımız lüks tasarımların daha giyilebilir versiyonlarını uygun fiyatlarla geniş kesime ulaştırıyordu. 2010’larda bir kesim adeta podyumdan inmiş, yüksek stil sahibi edalarıyla dolaşıyorduk.
100 yıllık kısa moda tarihi serüvenimizin sonuna gelmiş bulunuyoruz. Umarım sizlere bir ilham, bir renk, bir fikir katabilmişimdir. Modanın serüveni bana kalırsa sadece giyim kuşam ve tüketim değil. Bizi dışarıya sunan, dış kimliğimize hizmet eden seçimlerin en pratik ve en hızlı ifade yollarından biri.
Hani rüyalarımızda da görünür ya, geçen gece rüyamda bembeyaz bir elbise giyiyordum, etekleri rüzgârda uçuşuyor ve etrafımdakilerle hoş bir temas halindeydim, diye. İşte o rüyalardaki derin hislerden pek de bir farkı yoktur aslında gerçek hayatın.
İlhamınız bol, tercihleriniz benliğinizin ifadeleri olsun. Bu dünya bizim evimiz, biricik evimize de yansıttığımız bir on yılımız olsun, dilerim…
Başka sayfalarda görüşmek ümidiyle esen kalınız, sağlıcakla kalınız…
Hatice Kübra Erişir